İyon Denizi’nin tuzlu rüzgarıyla,
Yunan Adaları’nın mitolojik büyüsünü yelkenlerimize doldurduk…
Müzik: A Thousand Miles- Vanessa Carlton
Ah, o ilk yelken açtığımız an
O sessizlik, denizin kokusu..
Geçmişimi, geleceğimi sanki rüzgar aldı götürdü,
sadece ‘şu an’ la yol almak için yelkenlere doldurdu…
Anlatın yelkeni dedim birlikte olduğum yelkencilere;
Mavi dediler… Martılar, güneş, rüzgar, dalga dediler..
Yunuslar, şarap ve özgürlük dediler..
Daha önce, Türkler tarafından pek de keşfedilmemiş ve hakkında yazılmamış olan Yunanistan’ın batısındaki İyon Denizi’ndeyiz… Türk gruplar için ilk kez, İyon Adaları’nda flotillayı organize eden arkadaşlarım, buraları keşfetmeye ve yazmaya bizimle gelir misin dediklerinde, hemen uçağa atlayıp geldim bu kaçırılmaz fırsatı doyasıya yaşamaya, tatmaya…Hayatımda, ‘gezgin’ likten sonra belki de yapmayı en çok sevdiğim dört ‘Y’ min buluşması oldu bu benim için… Yazı, yelken, yoga (her zaman, her yerde) ve yürüyüş (adaları gezerken)…Yazı yazmak için sanki her şey biraraya gelmiş, mükemmel bir ortam yaratmış benim için burada! İlham cinim hiç durur mu, coştu tabi, küçüçük boyuyla beynimin içinde durmaksızın yazan çılgın mürekkepli kalemim bayram etti!
Atina
İlk gün, erkence bir sabah uçağıyla Atina’ya ulaştık. Önce bir gece kalacağımız Atina Alimos marinada Yunanlı arkadaşımızın teknesine uğrayıp, şehirlilerin en çok arasına girme imkanı sağlayan metro ile, şehir merkezine ulaştık. Bir tepenin üzerinden Atina’ yı gözetleyen, bir tapınak olarak inşa edilmiş bembeyaz antik sütunlarıyla gökyüzüne uzanan, ismi bile gizemli, görkemli Akropolis’i ziyarete gittik. Sonra da, her iki adımda bir rastladığımız tarihi kalıntıların arasında kurulmuş, capcanlı harika cafe, tavernalarla dolu Plaka denilen bölgeyi ve eski şehrin sokaklarını gezdik. 10 milyon civarı olan Yunanistan nüfusunun 4-5 milyonu Atina’da yaşıyor ve bunların 1 milyonu ise, bit pazarları ya da sokaklarda hep bize bir şeyler satmaya çalışan Afganistan ve Pakistan ‘lı göçmenlerden oluşuyor…
Marinaya dönüşte, sıcacık güneşin güne vedasıyla hafif serinlemiş bir akşamüstü bizi karşıladı.. Şarap ve peynir keyfi ile marinada teknede, ‘Yamas’ lar (anlamı:şerefe!) arasında Yunan’lı yelkencilerle sohbetlere koyulduk. ‘Her dolunay bir tamamlanıştır’ derler. Alacakaranlıkta, ‘tamamlanmış’ haliyle , dünyaya üç senede bir en çok yaklaşan, nam-ı değer dolunay, en kocaman haliyle limandaki yelken direklerinin ve durgun denizin üzerinden gökyüzüne usulca yükselerek hepimizi büyüledi. Gece birkaç taverna ve bar ziyaretinden sonra, marinaya kadar gelen müzik seslerinden pek de rahatsız olmadan yorgunluktan uyuyakaldık..
Sabah, hava serin olduğu için dışarıda yatmayıp geceyi kamaramda geçirerek yukarı çıktığımda, bir gece önceki dolunay ile tam da aynı yerde gökyüzünde pırıl pırıl güneş ‘gunaydıııın ‘dedi bana…
Atina-Lefkas
Güney Yunanistan’da Atina’dan batıya, kiraladığımız arabayla yol alıyoruz. Yollar biraz Türkiye’yi andırıyor.Ancak yolda deniz kenarında kurulmuş, daha çok yazın kalınan küçücük köylerdeki rengarenk boyalı estetik evleri, dar sokakları, her zaman tahta sandalyeli ve çoğunlukla mavi beyaz olan tavernaları, harika kahve yapan-özellikle Fredo’ları, yani soğuk kahveleri meşhur- cafeleri pek de bize benzemiyor sanki…
Birkaç saat sonra Korint Boğazı’na geliyoruz. Batı Yunanistan’dan Atina’ya giden en kısa deniz yolu olduğu için, yıllar önce kölelerin, altını domuz yağı ile yağladıkları gemileri çekerek geçirdikleri yol, 1888′de basit aletlerle kazılmaya başlanarak 1893′de bir kanal haline getirilmiş. Çok etkilendiğimiz Korint Boğazı’nın suyunun rengi turkuaz, derinliği 8 metre. Üzerindeki köprüden bungee jumping yapılan kanalın yüksekliği 84 metre, uzunluğu 6.3 km, genişliği ise 20 metre civarında.. Burada, tekne ve gemiler tek yönlü olarak ilerleyebiliyorlar.
Portakal ve limon ağaçlarıyla dolu yol boyunca Yunanlı arkadaşımız bize mitolojik hikayeler anlatıyor… Şehir isimleri, destanlar, etraftaki kalıntılar içinden geçerek Güney Yunanistan yollarında ilerliyoruz…. Psios, Hercules, Athios hikayelerinin arasında en çok ilgimizi çeken, Egeas Kralı’nınki oluyor: Bir ejderha ile savaşıp onu yenerek eve gemisiyle dönen oğlu, babasının, eğer canavarı yenerse yelkenleri siyahtan beyaza döndürmesi tembihini unutup, siyah yelkenlerle limana giriş yapmış. Kral, oğlunun öldüğünü sanarak kendini uçurumdan denize atmış. Böylece denizin adı, kralın adı olan Egeas (Ege Denizi) olmuş.
Yaklaşık 5 saat sonra, akşamüstü, Lefkas Adası’na, çok akıllıca bulduğumuz, köprü niyetine kullandıkları, iki kıyıyı birbirine bağlayan eski bir araba gemisinin içinden geçerek ulaştık… Gemi, gerektiğinde de tamamen yana doğru çekilerek kuzey yöne gitmek isteyen teknelere yol açıyor. Sessiz sakin Lefkas marinasında, 5 günü beraber geçireceğimiz, hazır ve nazır bir şekilde bizi bekleyen Bavaria 46 cruiser’ ımıza ulaştık. Biraz yerleştikten sonra oradaki ortak şirketin çalışanlarıyla birlikte bir ailenin işlettiği sakin bir tavernaya gittik. Adalarda vergi ödenmediği için hep daha düşük fiyatlarla, ama her zamanki gibi inanılmaz lezzetli ve hep aynı kalite, standarttaki mezeler, deniz ürünleri, uzo ve şaraplar gezinin en büyük zevklerinden oldu…
Karşılıklı paylaşılan, yaşadığımız inanılmaz yelken maceralarının yanı sıra, ilk iki günkü programımızı bile değiştirmemize sebep olan ülkedeki genel seçimler, ekonomilerindeki pek de iç açıcı olmayan durumlar, tavernada ve teknede geçirdiğimiz gecelerin sohbet konularından… Özellikle mübadelelerle ilgili konular açılınca, neredeyse akraba çıkacağımız, her zaman bize çok benzediklerini düşündüğüm Yunanlı’larla samimi ve rahat sohbetler, ev yapımı şarap eşliğinde kalamata zeytini ile iyice koyulaşıyor…
İyon Adaları
İtalya’nın çizmesinin topuğunun tam altından çapraz bir çizgi çekildiğinde ve Sicilya’dan yan gözle şöyle bir kuzey doğuya baktığınızda, mitolojik hikayeler ve antik kalıntılarla dolu Yunanistan’ın güney batısında, 7 ana adanın bulunduğu İyon Denizi’ndeki Korfu, Paxoi ve Zakinthos dışındaki tüm adaları kapsayan keşif turumuz, Lefkas adasıyla başlayıp bir daire çizecek, 5 gün sonra yine burada son bulacak…Yunanistan’ın, 777’sinde yaşam olan binlerce adası bulunuyor… İyon Denizi’ndeki adaların, Dodekanes veya Cyclades gibi ada bölgelerinden en büyük farkı yemyeşil olmaları ve adalarda bol su olması.. Temmuz-Ağustos aylarında, Rusya’dan Yunanistan’ın Ege Denizi’ndeki adalarının üzerine sanki bir huniyle akan sert meltem rüzgarlarını pek almayan batı bölgede bulunmaları. Bir de, adaların aralarındaki mesafenin çok da uzun olmaması sebebiyle, özellikle başlangıç seviyesi yelkenciler için uygunluğu…İtalya’ya yakınlığı ve güzel sahilleriyle İyon Denizi Adaları, İtalyanlar tarafından çok seviliyor…Tarih boyunca hiç Osmanlı egemenliğine girmemişler, 1800’lerin sonunda Yunanistan’a dahil olduysalar da, tam olarak bütünleşmeleri İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra olmuş.
Lefkas Marina-Syvota Limanı (Lefkas Adası)
Lefkas Adası’nın diğer bir limanına doğru yol alırken, yol üzerindeki Meganisi Adası’nın batısındaki, ünlüarmatör Onassis’e ait Scorpio Adacığı ve Papanilolis mağarasında kısa molalardan sonra akşam güneşi vurmuş evler, tavernalar ve durgun suyun üzerinde dinlenmeye çekilmiş tekneleri seyrederek davetkar, sevimli Syvota limanına girdik…
Gece, yine taverna sohbetlerinden, harika yemek ve uzolardan sonra, dışarıda yatarken, uyku tulumumla adeta bütünleşmiş sıcacık bedenimin aksine, başım ve yüzümü yalayan serinlik hoşuma gidiyor. Tüm sene beklediğim, teknede dışarıda yatma özlemim tatmin oluyor…Gece karanlığında, sessizlikte, ormanın içinden düzenli olarak gelen guguk kuşunun sesi ve her 5-10 dakikada bir suda zıplayan balıkların sesi ile gülümsememe engel olamıyorum… ‘Farkındalık’ ve ‘an’ da olma çalışmalarım için ideal bir ortam. Bundan daha çok anda olduğum herhalde azdır diye düşünürken, gözlerim uykuya yenik düşüyor…
Gecenin bilinmeyen bir yarısı, korkak yıldızları ve koca dolunayı bile arkalarında saklayan bulutlar birdenbire kızgınlaşıp, sert bir rüzgar yaptılar… ‘E ne oldu şimdi birden, iyiydik böyle ne güzel ‘ diyesim geldi… Kalktım, içeri girip yattım..Sabah erkenden, bağlı olduğumuz tahta rıhtımda yoga yapıp harika bir kahvaltıdan sonra yola koyulduk.
Oradan ayrılmadan önce, tuvaletini kullandığımız tavernaya bir İngiliz yelkenci geldi, elinde tamir kutusu, yelkencilerin ortak kullandığı tavernanın tuvaletini tamire gelmiş… Bu davranış bizi çok etkiledi, yelkenlisiyle büyük ihtimal dünyayı gezen bu adam belki de bir daha hiç gelmeyeceği bu yere, bir katkıda bulunmak istemiş…Bu davranış, nasıl bir ruh hali gerektirir diye konuşuyoruz aramızda.. Tek bir yere ait olmama ama aynı zamanda da her yerin, dünyaların senin olması hissi bu belki de… Şehirlerde, birçok kişinin tüm şart ve durumlarda alışkanlık olarak girdabına kapıldığı ihtiyacından fazlasına sahip olma, açgözlülük, hep birşeylerden şikayet etme gibi huylar yerine, doğal olana yakınlık, elindekilerle yetinme ve yapıcılık var burada…Ego yok, materyalism tuzağı yok..Uyum, ahenk, tatmin, sukunet var…
Syvota – Fiskardo (Kefalonya Adası)
Denizin üzeri, apayrı bir dünya…Bir kere burada, saat ve zaman kavramı kalmıyor… Sonra, sürekli bir iş yapma durumunda olunuyor.. Sakin sulardayken teknenin tatlı tatlı bir o yana bir bu yana sallanması sırasında bulaşık yıkamak bile keyifli burada! Doğada, denizin ortasında, teknede elindekilerle kendi kendine yetinmek zorunluluğu var… Bir de, tekneye adım attığınız andan itibaren her an her şey olabilir.. En basitinden, ilk günün ilk vukuatı, denizin ortasındayken bozulan tuvalet kapısı kilitli kalınca, 45 dakika kadar herkesin sırayla çeşitli aletlerle dış yandaki pencereden uzanıp içeriden kapı kilidini açma çabalarından sonra, benim -hala oradan içeri nasıl girdim diye inanamadığım- pencereden başaşağı yarı belime kadar içeri sarkarak elimle kapıyı açmam oldu…
Yelkenler full arma, 40-45 derece yatmış, yan pencereler suda, hızla ilerliyoruz…Başımı kaldırıp tavandaki pencereden mis gibi güneş ışığının vurduğu bembeyaz yelkenleri keyifle seyrediyorum…Bu kez, yelken yaparkenki cenovacılık ya da sepet olma görevlerim ikinci planda… Acaba yelken yaparken saatlerce içeride oturup hiç rahatsız olmadan bu yazıyı yazabiliyor olmam, iyi bir denizci olduğumu gösterir mi?!
İyon Adaları’nın en büyüğü ve Korfu’ya en çok benzeyeni olan belki de gezdiğimiz adalar içinde en güzeli Kefalonya Adası’na ulaştık. Ada’ya İtalyan etkisinin yerleştiği farkediliyor. Özellikle bu ada, bilinen Yunan Adası imajından ve dolayısıyla Ege’deki adalardan farklı bir yer… Kefalonya’da araba kiralayıp ‘Kaptan Corelli’nin Mandolini’ adlı sinema filminin de çekildiği, dünyanın en güzel plajlarından biri sayılan, dik yamaçların arasındaki ıssız Myrtos koyunda, üstsüzlerin arasında denize girdik…. Dönüşte, yol üzerindeki tepeden manzarası bir harika olan Assos köyü’ne uğradık. Karşısındaki, servi ağaçlarıyla kaplı yemyeşil minicik yarımadada, yaklaşık 2 km. lik bir yürüyüşle ulaştığımız Venedik kalesi harabesi bulunuyor. Homeros’ın Odysseus’u anlatan İlyada destanını bu adada mı, yoksa Ithaca Adası’nda mı yazdığı ise buralarda hala tartışma konusu…
Fiskardo – Agia Efemia-Vhati (Ithaka Adası)
Ertesi sabah, erkenden yola çıktık. Bir ara yolda, sanki gökyüzündeki bulutların arasından denize yansıyan ışıksüzmesiyle Zeus Tanrısı yeryüzüne, denizin içine inecek zannettik! Öğlen gibi, adanın diğer tarafındaki Sami’ye vardık. Adanın bu bölümünde yine araba kiralayıp 5000 yıl önce depremle yıkılınca yerin altından çıkan ve içinde muhteşem bir gölcük oluşturan Melissana Mağarası’nı ve sonra da, Damlataş ‘a benzeyen etkileyici Drogarati mağarasını gezdik. Adanın diğer tarafındaki Argostali şehri yolunda ise, her yerde çok verimli olduğu üzerindeki çiçeklerden anlaşılan zeytin ağaçları ve koyu renk yapraklı ağaçlardan oluşan ormanlar var..
Öğleden sonra, bir sonraki ada yolunda, bir süre iyi rüzgarda yelken yaptık. Serin, ama tertemiz turkuaz suları olan bir koyda denize girme sefamızdan sonra, bu kez sanki yelkenleri rüzgar değil de, o an dinlediğimiz, biraz melankolik ve folklorik Yunan müziğinin tınısı, ritmi dolduruyordu sakin sularda salına salına ilerlerken..
Akşam üstü, küçüklü büyüklü adalarla çevrili ve limanı çok girintili, içerlek bir koya kurulmuş Ithaki Adası’nın büyükçe şehri olan Vathi’e ulaştık. Bu adanın en büyük özelliği, Odysseus’un burada yaşamış olması. Her yerde onun heykeli ve hikayesiyle karşılaşıyoruz. Sarayının ise, bu adada Pilikata adlı tepede bulunduğu söyleniyor. Hikayesi kısaca şöyle: Batı Yunan kralı olan Odyssesus, doğu Yunan kralının, genç aşığıyla Truva’ ya kaçan karısı Helen’i geri getirmeye yardım için evinden ayrılıp Truva’ya savaşa gider. Dönüşte 20 yıl boyunca evini bulamadığı söylenir. Gemisiyle birçok macera ve iki önemli aşk yaşar, ama sonunda evinin özlemi ağır basar ve geri döner. Odysseus’un hikayesinin bu sebeple nostalji, eve özlem sembolü taşıdığını söyleniyor.
İlk defa bu gece tavernaya gitmeyip, teknede Yunanlı arkadaşımızın kendi bahçesindeki zeytinlerle üretilmişzeytinyağı ile yaptığı çok lezzetli risottoyu midelere indirdik. Kefalonya’dan aldığımız ünlü beyaz şarapları da içtikten sonra, bu gezide nadiren bulduğum rahat internet bağlantısını görünce, biraz telefonumla uğraştım ve geç saatte koyda yankılanan sohbet ve kahkaha sesleri arasında uyku tulumuma kıvrıldım… Gece 2:30 da sivrisineklerin saldırısıyla ve de yan teknedeki sarhoş Rus ekibin sesleriyle bir ara uyanıp sonra tekrar yıldızları seyrederek uykuya daldım. Sabah beni uyandıranlarsa, horoz sesleri ve tüm ihtişamıyla gözüme dolan parlak güneş ışınları oldu.
Vhati– Atokos, Kastos, Kalamos ve Meganisi Adaları
Durgun deniz üzerinde, koydan çıkarken muhteşem manzaralar eşliğinde yelkenlinin ucunda yaptığım nefes çalışmaları sırasında, üzerimdeki kıyafetin içine süzülen rüzgar ve burnuma dolan baygın ıhlamur kokusu adeta aklımı başımdan aldı…
Bugün, İthaki Adası’ndan yola çıkıp Lefkas’a geri döneceğiz. Yol üstünde, kayalık ve yeşillikten oluşan, üzerinde yaşam olmayan ve harika sahilleri olan küçücük bir ada Atokos’a ve sonra da, kışın adanın nüfusu 80 kişi kadar olan Kastos Adası limanına uğradık..
Bir sonraki ada olan Kalamos’un, çok sevimli ve güzel limanında, yine Yunanlı arkadaşımızın yaptığı özel soslu makarna ve Yunan salatasını yedik, yerel kırmızı şarabı içtik. Hiç bir öğünü atlamadan her birini keyif dolu birer ziyafete dönüştürmek Türk ve Yunan kültürlerinin en önemli ortak yönü olmalı…Aynı adada, muhteşem bir koydaki Leone Limanı ise, eskiden küçük bir kasabaymış. 1953 yılındaki depremden sonra boşaltılmış, yıkılan evleri yeniden yapmak yerine, halk başka yere yerleşmeyi tercih etmiş. Her Pazar günü, Kalamos merkezden, 3-4 kişi kiliseyi temizlemek ve dua etmek için geliyormuş…
Meganisi Adası’nın doğusundaki güzel limanlara uğrayıp akşam Lefkas Marina’ya ulaştık. Gezimizi, yine güzel bir tavernada noktaladık. Gece dışarıda yatarken, sudaki balık seslerini ve yine gece yarısı başlayan sert rüzgarla, kulağıma sanki bir orkestra gibi gelen marinadaki tüm yelken halatlarının direklere çarpma seslerini dinleyerek uyudum…
****
Ertesi sabah, Lefkas’a veda ederek arabayla Atina’ya döndük. Aynı günün gecesi, geç döndüğüm İstanbul’daki evimdeki yatağıma yorgunluktan adeta sürünerek ulaştığımda, ertesi gün gireceğimiz İstanbul Bogaz yarışlarına şu anda bedenen pek değilsem de, zihnen hazır ve motive olarak mışıl mışıl uykuya daldım.
Poseidon fırtınalar Tanrısı’nın bizi koruması için denize içki sunmadık aslında ama, o yine de bizi fırtınasız, kazasız belasız Lefkas limanına ulaştırdı. Odysseus’un macera dolu seyahati kadar uzun sürmeden, bizi güvenli limanlara ve evimize geri döndürdü!
İyon Denizi kaşifleri ve tüm denizciler; sizin de yolunuz hep açık olsun, yıldızların en parlakları, yolunuzu her daim aydınlatsın. Yunusların sevinçli çığlıkları, kuşların ve uçan balıkların kanat sesleri size yol göstersin…
Divya Beste Dolanay
Mayıs 2012
Fotoğraflar: Serbülent ve Zeynep Bengitöz/Avrupadayelken-Rega Turizm
http://www.avrupadayelken.com
*Bu yazı, Yelken Dünyası Dergisi Temmuz 2012’de yayımlanmıştır.