23 Gün
“Bıraksan ağaç sadece gölge yapacaktı… Şimdi, tarifi imkansız meyveler verdi.” Doğru. O parktaki ağaçların dalları, ‘demokratik haklar, özgürlük, şiddete hayır…’ diye diye gökyüzüne yükseldi ve tüm dünyaya haykırdı. O ağaçların kökleri, tüm Türkiye’de yayılıp hayat buldu.
Tam 23 gün. 31 Mayıs’dan, Türkiye’ye geleceğim bugüne kadar geçen gün sayısı… Her biri ayrı bir anlam taşıyan şu 23 gün, çok zor, üzüntülü ama herşeye rağmen umut dolu bir rüyada gibi geçti.
Sevginin olduğu yerde korku olmaz. Sevgi o kadar güçlüdür ki, tüm endişeleri, korkuları altedebilir. Korkunun sevgiye ve barışa yenik düştüğü, cesaretin ve sabrın sınandığı bugünler, içi kıpır kıpır, zeka küpü, pırılpırıl, yürekli gençlerimizin dirilişiyle başladı… 90’lılar kuşağı. Gelecek nesiller için örnek olacak davranışlar sergileyen gurur kaynaklarımız… Özgür ve bağımsız penguenler! Atatürk, 1923’de 11 parlak öğrenciyi yüksek öğrenim için yurtdışına yolladığında demiş ki: ‘Sizleri bir kıvılcım olarak yolluyorum, alevler olarak geri dönmelisiniz”. Bizimkiler de işte böyle, kıvılcımken ateş oldular. Sonunda tamtamına ‘kendileri’ oldular… Aileleri ve tüm bu olanlara tepkili, duyarlı halk da kolları sıvayıp harekete geçti, onları kollamaya ve desteklemeye, özgür iradeleriyle, yıllardır içlerinde biriktirdiklerini, tüm engelleri, köprüleri aşarak sokaklara dökmeye geldiler… Artık kalpler parklarda, meydanlarda ve sokaklarda atıyordu. Tüm farklılıkların birlik bulduğu, birleşmeyi sembolize eden Gezi Parkı’nda yoga bile, gönüllü barış savaşçıları ile salonların dışına taşındı. Yoganın özü, birlik ve bütünlük, sanki en çok burada anlam buldu… Insanlık zulmü derecesine varan şiddeti yöntem olarak benimseyenler, barış, şiddetsizlik, koşulsuz yardımlaşma, tolerans ve radikal bir şefkat ile, sanatla, keskin bir mizah yeteneği ile, farklılıklara saygıyla, ‘orantısız bir zeka’ ile nasıl başedeceklerini bilemediler, daha da şiddetlendiler… Gelecek nesillere bir avuç yeşillik bile bırakmamayı amaç edinmiş, özellikle bu süreçte her kesime dokunan üslubuyla pekçokları karşısına alabilmeyi başaran şahıs sayesinde, daha da törpülenip kaynaşan onbinlerce kişi, kardeşliğin ne demek olduğunu hatırladı. Gezi Parkı’nda ve ülkedeki tüm parklarda, meydanlarda ‘dostluk Cumhuriyetleri’, ‘çapulkent’ ler kuruldu. Yazılan çizilenler, bir gecede bestelenen şarkılar herkesin kabuğundan çıkmasını sağladı. Günlerdir zihinlerimizde çalkalanan ‘Özgürlük’ ve ‘şiddet’ kelimeleri ruhlarımızda deprem, hayatlarımızda devrim yarattı.
Sanırım hayatımda hiç bu kadar memleket aşkı ve özlemi çekmemiştim, halkımla bu kadar gurur duymamıştım… Ey Özgürlük, sen nelere kadirmişsin… Yıllardır, sanki bugünleri bekliyormuşuz. Dünya tarihinde bu kadar uzun süren, böylesine geniş tabanlı bir halk direnişi azdır. Hiçbirimiz, bugünleri yaşayacağımızı, umut, cesaret ve buram buram bağımsızlık kokan bir kararlılıkla hareket edileceğini, kısa bir süre öncesine kadar tahmin bile edemezdik… Saf bir içsel öngörü, barışcıl bir dürtü ve güçlü bir sağduyu ile ‘artık sesimizi duyurmanın zamanı geldi’ ortak hissiyle başlanan bir direniş bu. Asaleti, gücü, büyüklüğü buradan geliyor. Atatürk, “Şayet birgün çaresiz kalırsanız, bir kurtarıcı beklemeyin. Kurtarıcı kendiniz olun!” demiş. O kurtarıcı, hepimizin içinde. Ama O eşsiz vizyon sahibi liderin de, 75 yıl sonra bile adı, ruhu hep aramızda dolaşıyor, bizlere her zaman güç veriyor. Zira bir lideri yaşatmak için, mekan ve zamanın bir önemi yok.
Benim gibi uzaktakiler için, bu hem içinde masalsı bir ‘sürreallik’ taşıyan, hem de kabus gibi geçen süreçte hayat, bir süre durdu…Hayat soluk, keyifsiz oldu… Böyle bir zamanda, arkadaşlarımızın, ailemizin ve kendi insanımızın yanında olamamanın verdiği çaresizliği yaşadık… Yine de, o bundan sonra artık iflah olmaz birlik ruhunu, tüm gücüyle buradan hissedip yaşadık. Yapabileceğimiz elle tutulur tek şey ise, medyanın eksikliğine karşı, ayaklı gazete ve haber aktarmacılar olarak kolları sıvamak oldu.
Böylesine güçlü bir diriliş-direnme-değişim-dönüşüm süreci yaşadığımız bugünlerde, ben de dönüşüm geçirdim. Taa Amsterdam’daki evimin içine kadar gelip ciğerlerime dolan biber gazı ile, sabahları sanki ben dayak yemiş gibi eklemlerim ağrıyarak uyanıp ilk iş telefonuma sarılmak, her an tetikte, diken üstünde bekleme durumu, sanki Gezi Parkı’nda ya da forumlarda, sokaklarda sabahlayan benmişim gibi bir ruh hali… Beynimde uçuşan kelimeler, yazılar, o görüntüler ve duyduklarımı bir türlü sindirememenin rahatsızlığı. 31 Mayıs’ın, 15 Haziran’ın, 22 Haziran’ın her gece Ankara’nın, Izmir’in ve tüm şehirlerin çığlıkları… Gazdan değil ama, bilgisayarın önünde kızaran uykusuz gözlerimle ben de ‘uyandım’. Özellikle ilk günlerin şokunu atlattıktan ancak 10 gün kadar sonra, beynimdeki küçücük mürekkepli kalemim de uyanıp, zihnimde bu yazıyı yazmaya başladı…
Benim gibi siyasetten, politikanın P’sinden anlamayan ve ilgilenmeyen, televizyon ve haber seyretmeyi, gazete okumayı hep reddetmiş, özgürlük düşkünü, sevgi, barış ve pozitif enerji meraklısı, vatansever, ama pek öyle milliyetçi olmayan dünya vatandaşı bir gezgini, evinde sinirden ve çaresizlikten volta attıran, çığ gibi büyüyen bu ‘birlik ruhunu’ izlerken sayısız kereler gözlerini doldurtan bir süreç oldu bu. Zihnimde dolanan düşüncelerle, Amsterdam’daki gençlerin, parklarda özgürce ‘partileyerek’ eğlenmelerini kıskançlık gözleriyle izledim durdum… Sonra, uzunca bir süredir radyoyu açıp müzik bile dinlemediğimi, ne zamandır içimden keyifli birşey yapmak gelmediğini farkettim..
Bir gün, derin duygusallığın sembolize ettiği kristal çocuklar kuşağından olan kızım, bir yüzücü olarak suyun gücünü çok iyi bildiği için, direkt üzerlerine şiddetli su tutulan insanları görüp ‘ama ölebilirler’ diyerek gözyaşlarını artık içinde tutamadı… Çocuklar, gelişmiş altıncı hisleriyle herşeyi anlayıp hissedebiliyorlar, bazen pek belli etmeseler de, bizden çok üzülebiliyorlar. Sordukları sorulardan, çizdikleri resimlerden besbelli… Ama yine de, içlerindeki umut hiç sönmüyor ve eninde sonunda yarınların güzellikler getireceğini sezebiliyorlar. Onun, ‘merak etme anne, olumlu düşün herşey düzelecek’ sözleri bana yeter, insanlık hakları, özgürlük ve gelecek nesiller için tüm çabalara değer. Ve, bu daha başlangıç, mücadeleye devam!
Bugün direnişin 23. günü ve ben sonunda Türkiye’deyim… Gezi Parkı’nın o ‘anlatılmaz, yaşanır’ hallerini görüp yaşayamadım ama, tüm ülkede o ruhun hala devam ettiğini gördüm. Kah ‘durarak’, kah yürüyerek, kah tavaya vurarak, kah yeni fikirler üreterek… Gezi Parkı direnişi, uyanışı, değişimi, dönüşümü başlatan bir kıvılcımdı ve bir ateş olarak her yerde devam edecek.
Hayatını kaybedenlerin mekanı cennet olsun
yaralananlar şifa ile dolsun,
Şiddet ve haksızlıklar artık son bulsun…
***
Günlerdir okuduğum onlarca anlamlı yazı içinden, yaşananların ruhunu en iyi özetleyenlerden birini burada paylaşmak istiyorum: “Gezi bir park değil. Artık değil en azından. Gezi bir idealdir. İnsanların özgürce yaşamak isteklerinin, halk iradesinin dikkate alınmasının, hepimize ait olan değerlerin belli bir kesim tarafından talan edilmemesine karşı çıkışın maddeleşmiş halidir. Gezi bir semboldür. Gezi yaralıları tedavi eden baş örtülü doktor kızdır, Işten çıkıp direnişe koşan çalışandır, Korkusuzca insanların ortasına düşen gaz fişeğini alıp kovaya atan eşcinsel gençtir, Parkta namaz kılan direnişçidir, İmama mikrofon tutan komunist gençtir, Barikata solcularla el ele malzeme taşıyan ülkücüdür, Yemek pişiren teyzedir, Çocuğunu direnişe yollayıp endişe içersinde haber bekleyen annedir, Endişe etmiyormuş gibi görünmeye çalışan, göz yaşlarını saklayan babadır, Zar zor yürümesine rağmen slogan atan dededir, Yaralılara kapısını açan otel güvenliğidir, Son model cep telefonuyla olayları kaydeden boyalı saçlı, ağır makyajlı fönlü kızdır, Günlerce yıkanamamaktan ve gaz yemekten yüzü gözü kararmış kampçıdır, İnsanlara yardım etmek için sosyal medyadan paylaşım yapan uykusuzdur, Yaralıları taşıyan sedyecidir, Kendisinden önce başkalarının gözüne solüsyon sıkan pasifisttir, Önlerde direnen kürt kardeşine gözlüğünü veren türktür, Sahneden anons yapan şarkıcıdır, boya maskesi için para almayan nalbur, anti-asit solüsyonun nasıl hazırlanacağını gösteren eczacıdır, İş kaygısı gütmeden direnebilen tiyatrocudur, yönetmendir, yazardır, müzisyendir, Sabaha kadar görüntüleri montajlamak için uykusuz kalan kurgucudur, Gerçeği arayan ve doğruları korkusuzca dile getirebilen milletvekilidir, şiddeti lanetleyen AKP’li dostumdur, Allah’tan korktuğu için doğruyu söyleyen İmam efendidir, Provokatörü korkusuzca deşifre edip parkın dışına atan kardeşimizdir, İşinden olabileceğini bile bile otobüsünden barikat yapan şöfördür, Kanlı bıçaklı olduğu rakip takım taraftarıyla kardeşten yakın olabilen taraftardır, Ellerinde Türk bayraklarıyla gaz cehennemine yürüyebilen ağabeyimizdir, Ayakta duramasa bile tekerli sandalye ile TOMA’nın karşısında durabilen özürlümüzdür, Her gece usanmadan cama çıkıp tencere, tava tıngırdatan amcadır, Direnişten dönenleri cama çıkıp alkışlayanlardır, Beyoğlu’dur, İstanbul’dur, Ankara’dır, İzmir’dir, Bu ülkede despotluğa karşı ayağa kalkmış 77 şehirdir. Gezi benim, Gezi sensin. Gezi bu vatanın tamamıdır. Bu, elimizden alabilecekleri, dozerle yıkabilecekleri, üzerine AVM yapabilecekleri bir şey değildir. Gezi bir fikirdir. Ve fikirler öldürülemez.” R. Söylemez, 13 Haziran 2013
Divya Beste Dolanay
Amsterdam-Istanbul, 23 Haziran 2013