MOZAMBİK’DE SULAR ÇEKİLİNCE…
Mozambik, ‘çok klişe olacak ama…’ diyerek başlayıp söze şöyle devam edilecek güzellikte bir yer: …bembeyaz, tertemiz, yumuşacık ve ıpıssız kumsallar… Yemyeşil bir doğa, kuvvetli gel-gitlerin hakim olduğu masmavi bir okyanus… Çok büyük ve çok renkli tropik balıklar…
Güzel kumaşlara sarılmış, hep bir yerlere birşeyler taşıyan güçlü, siyah bedenler.. Ilık mı ılık bir hava, günbatımında denizde oynayan ve suda taklalar atan çocuklar…Bunlar Mozambik denilince ilk hatırlayacaklarım…
20 milyonun üzerinde nüfusu olan ülke, bir tarafını okyanusa vermiş, diğer tarafını da Zimbabwe ve Malawi ile belli belirsiz bir sınır oluşturan Malawi gölüne. Bu gezide, Mozambik’in sadece okyanusa bakan yüzünü gezip, daha sonra gerçekleştireceğimiz Malawi seyahatimizde ise ülkenin göle bakan, arka yüzünü gezip iki tarafta da kıyılarda yaşamın aşağı yukarı aynı olduğunu göreceğiz.
Seyahatimizin ilk bölümünde, Durban-Güney Afrika’daki evimizden dört çeker arabamızla, yolda kalırsak diye tüm hazırlıkları tamamlamış olarak erkenden yola koyuluyoruz. Hem Mozambik’i- en azından güney bölgelerini- görmek hem de ‘jeep safari’ yapmak amacıyla çıkıyoruz bu yolculuğa. Güney Afrika’nın ortasında küçük mü küçük bir ülke olan Swaziland’den de geçerek aynı gün içinde tam üç sınır geçişi yapıyor ve rekor kırıyoruz! Öğleden sonra, Mozambik’in güneyinde 1,5 milyon’a yakın nüfuslu başkent Maputo’ya ulaşıyoruz. Gördüğümüz en çirkin ve bakımsız başkentlerden biri.
Ana caddeler çukur dolu, trafik karmakarışık. Burada pek beyaz yok, herkes Portekizce konuşuyor. Binalar kırık dökük, sağlam olanları biraz sömürge zamanından kalma Kolonyal tarzı andırıyor.
O akşamüstü, 45 dakikalık bir uçak seyahatiyle Inhaca Ada’sına ulaşıyoruz. Ada’da sadece küçücük bir köy ve bir de kaldığımız otel var. İlk bakışta ada çok sakin ve durgun gözükse de, aslında deniz kenarındaki rıhtım ve çevresinde inanılmaz bir hareket var. Bir yanda dalış ve gezileri planlayan bir ofis ve onun kargaşası var, diğer yanda da oturup saatlerce seyrettiğimiz ve anlamaya çalıştığımız bir alış veriş dönüyor. Anakaradan adaya gelen ve mal –bazen de insan- taşıyan eski püskü tekneler rıhtıma yanaşmış…
Mozambik’de sular çekilince ne oluyor?
Mozambik’de kuvvetli gelgitten dolayı, özellikle bu adanın etrafında sabah deniz suları çekiliyor, öğleden sonra ise yükseliyor. Öyle böyle değil, sular sabahları birkaç kilometre kadar kıyıdan açıklara doğru çekiliyor. Aslında Afrika’da tüm Hint Okyanusu kıyılarında, özellikle adalarda belli mevsimlerde bu farkedilir.
Inhaca Adası’nda da, ilk geldiğimiz gün akşamüstü keyifle denize girdiğimiz koyda ertesi gün tekneler, kayıklar karada oturuyor. Bu iş en çok balıkçılara yarıyor. Kimi yerlerde diz hizasına gelen suda kıyıya kadar yürüyerek uçlarından tuttukları ağlarla ayaklarının arasında kaçışan balık ve deniz kabuklularını kolayca avlıyorlar. Yakaladıkları bu deniz ürünlerini şehirden gelen mallarla takas ediyorlar. Alışveriş edenler, genelde balıkçılardan aldıkları koca koca balıkları kafalarında taşıdıkları leğenlere dolduran ve rıhtımda bekleyen teknelere götürenler kadınlar…
Tekneden aldıkları yiyecek, giyecek, yağ, benzin, bisiklet, hatta kocaman akü makinaları bile olabiliyor. Denizden çıkan balık ve kabuklular ise, daha sonra şehirde gezdiğimiz balık pazarına gidiyor.
Aslında adanın çevresinden bu kadar çok deniz canlısı çıktığına şaşırmamak lazım. Zira şnorkel yaptığımız mercan kayalıklarında, denizdeki zengin hayatı bizzat gördük! Bu manzaralardan özellikle biri bizi çok etkiledi: kıyıya sadece 5 metre uzaklıkta, birdenbire derinleşen mercan kayalığında akıntıya kendinizi bırakıyorsunuz; etrafta barakudalar, ıstakozlar, yılan balıkları, rengarenk küçüklü büyüklü balıklar ve de yanı başınızdan sakin sakin geçen koskocaman neredeyse 1 metreyi bulabilen balıklarla yüzüyorsunuz… Dünyada hala böyle yerler olduğunu görmek gerçekten müthiş..
Seyahatimizin ikinci bölümünde, tekrar anakaraya dönüp Güney Afrika sınırına doğru arabamızla yola çıkıyoruz. Akşam kalacağımız yer, ülkenin başka bir ıssız cennet köşesinde, ancak oraya ulaşana kadar dört çeker aracımızla yaptığımız yollar, bitip tükenmek bilmeyen kumdan tümsekler, yolun yarısında başlayan yağmurda yolda kalmış dört çeker olmayan araçlar ve kamyonlara bakarak -durup çamura ve kumlara saplanıp kalmaktan korktuğumuz için- yanlarından son hız geçmemiz, adrenalimizi yol boyunca yüksek tutmaya yetiyor…
Akşamüstü vardığımız lodge, uçsuz bucaksız kumsalın ve yemyeşil bir doğanın ortasında ahşap kulübelerden oluşan bir yer. Burada da okyanusun dalgalarında yüzerek ve ‘body surf’ (bedeninizi dalgalar bırakıp, onlarla kıyıya kadar yüzme) yaparak okyanusla iyice bütünleşiyoruz…Sabah sadece ve sadece dalga ve kuş sesleriyle uyanmak bir harika oluyor…Önceki gece fenerle keşif yaptığımızda kaplumbağaların yumurtlamak için sahile çıkışlarını göremesek de, sabahki yürüyüşümüz sırasında tam 23 tane kaplumbağa ayak izi ve yuvalarını sayma ayrıcalığına eriştik!
Gezimizin sonunda, hiç bitmeyecekmiş gibi gözüken bir yağmurda yollarla boğuşarak, çamurdan doğru dürüst görünmeyen arabamızla, gerçek bir cip safari deneyimi yaşadığımıza emin ve tatmin olmuş bir şekilde evimize ulaşıyoruz.
Divya Beste Dolanay, 2008