Malawi

MALAWİ’DE KAPILAR AÇIK

[audio https://dl.dropbox.com/u/12628776/Habib%20Koite%20%26%20Bamada%20-%20I%20Ka%20Barra%20(Your%20Work)%20STEREO%20(1).mp3 ]

Müzik: Ika Barra-Habib Koite

Kaldığınız hiçbir otelde odanızın kapısını hiç kapatmadan girip çıktığınız, hatta ardına kadar açıkken uyuduğunuz oldu mu? Malawi’yi neredeyse boydan boya kaplayan Malawi Gölü’nün ortasında, hem de öyle ıssız da olmayan bir adada biz bunu yaşadık. Para ile bu ülkede pek de fazla bir şey alamamalarından mı, başka türlüsünü görmemiş olmalarından mı yoksa doğallıktan ya da tertemiz bir saflıktan mıdır bilmem, burada hiç hırsızlık yok. Sadece köylerde yürürken ‘pikutur, pikutur’ diyerek para vermeniz karşılığında onların fotoğrafını çekmeniz için peşinizde koşuşan çok sevimli ama çok

yoksul çocuklar var. Belki Madonna da Malawi’deki bu çocuklardan birini çok sevip, biraz da hallerine acıyıp evlat edinmeye karar vermiştir…Güney Afrika’da 2 sene yaşamış olmamıza rağmen Malawi’de geçirdiğimiz 8 gün ‘Gerçek Afrika’ deneyimini yarattı bizde. Malawi, Zambiya, Tanzanya ve Mozambik ile çevrili küçücük bir ülke. 14 milyonluk nüfusun 10-12 bini beyaz. Beyazlar daha çok tıp, eğitim, turizm ve inşaat sektörlerinde çalışıyorlar. Milli gelir kişi başına 596 Dolar. Ülkede işsizlik oranı %80. Halk, inanılmaz güzellikteki bir doğanın ortasında, biraz da perişanlık içinde yaşıyorlar, balık, mısır, çay gibi bir iki ürünün gerekli ihtiyaçlarla takası ile yürüyen, fakir ama huzurlu, sakin bir yaşam. Başka dünyaları bilmemenin verdiği dayanılmaz hafiflik!

1.bölüm:

Cape Maclear:

Havaalanından bizi karşılayan, her bir yanından garip sesler gelen eski bir dört çeker minibüsle Cape Maclear şehrine doğru uzunca bir yola çıktık. Yol 4-5 saat sürdü. Etrafta dağlar ovalar yemyeşil, Avrupa Birliği Komisyonu’nun sponsorluğuyla açılmış ve düzeltilmiş toprak-asfalt karışımı bir yolda tangur tungur ilerliyoruz. Yolda bisikletliler, malzeme taşıyanlar, yol kenarında yerde oturup gelen geçeni seyredenler, tavuk satmaya çalışan çocuklar, tıka basa insan dolu minibüslerin önüne bağlanmış balıklar, gördüğümüz manzaralar arasında. Adeta 4-5 saatlik bir belgesel seyreder gibi.

Yolda bir ‘Guinea Fowl’ (siyah üzerine beyaz benekli, hem yerde koşuşturan hem de uçabilen Afrika’da neredeyse her yerde, safarinin ortasında bile bulabileceğiniz kuş cinsi garip bir hayvan) zor paçayı kurtardı bizim şoförden. Kıl payı kaçtı yol kenarına… Bir ara, ertesi gün gidip üç gün kalacağımız bir adada kendimiz yemek pişireceğimiz için, yol üstünde bir bakkaldan beter, sinekli bir ‘Makro’ mağazasında durup yiyecekler alıyoruz… Burada bisiklet, eşya ve insan taşımacılığında (taksi niyetine) kullanılan prestijli bir araç, yani bisikleti olanlar ayrıcalıklı. Bir gün, burada yaşayan bir Amerikalı’ya bisikletle spor yaparken köylüler ‘nereye?’ diye sormuşlar, o sadece ‘bisiklete biniyorum, spor olsun diye’ demiş. ‘Ama neden biniyorsun, nereye gidiyorsun, ne amaçla?’ diye sormaya devam ettiklerinde en sonunda ‘şeker almaya gidiyorum’ deyince onu rahat bırakmışlar.

Bir süre sonra, deniz gibi dalgalı, inişli çıkışlı toprak bir yoldan, bize ve minibüse kocaman kocaman bakan gözler eşliğinde, Malawi’nin büyük şehirlerinden biri olduğu söylenen Cape Maclear’a ulaşıyoruz. Bir tarafımızda masmavi Malawi gölü, diğer tarafta kerpiçten ve sazlardan yapılmış eve benzer binalar var. Şehirde 12,000 kişi yaşıyor. Malawi’nin 4. büyük şehri olduğu söyleniyor. Sadece bir okul var, 7 öğretmene 4000 çocuk… Irlanda’lı bir kadının oğlu gölde boğulunca onun anısına yaptırdığı ve Batı’lı gönüllülerin orada çalışmak için aylarca listede sıra beklediği özellikle kadınlar için hizmet veren bir de klinik var.
Burada, parası olan erkekler ikinci bir kadınla evlenebiliyorlar! Şehirde turizm dışında iş olanağı olarak sadece balıkçılık, mısır yetiştirmek (geçen yıl Malawi’de mısır ilk defa yurt dışına ihraç edilmiş) ve ‘beach boys’ olmak var! Bunlar, kumsalda incik boncuk satan bazıları reggae şarkıcısı kılıklı genç erkekler… Burada beyazlara ‘Mzungo’ diyorlar. Gölde, eski bir kargo gemisinin batığı var, köyün şefi gemi eskiyip artık kullanılamaz hale gelince onu burada, bu şehrin önünde batırmalarına ‘karar vermiş’! Turist çekme açısından iyi olmuşa benziyor, çünkü özellikle bu batığı görmek için gölde dalış yapmaya gelenler de var.

Domwe Adası ve Malawi gölünde hayat:

Üç gün kalacağımız adanın ismi Domwe. Yakındaki bir başka ada ise Mambo. Ana ofisi Cape Maclear’daki ‘Kayak Afrika’ isimli acente, bu iki adadaki tüm turistik faaliyetleri organize ediyor. Kayak Afrika’da 56 kişi çalışıyor, kasabanın en çok sayıda istihdam yaratmış organizasyonu. Dünyanın 9. büyük gölü olan Malawi Gölü bir doğal park. Aynı zamanda dünyadaki ilk ‘World Heritage Site’ı (Dünya Mirası Koruma Alanı). Gölde hiç bitki yaşamıyor ama küçüklü büyüklü 1000 çeşit balık ve özellikle ‘cichlid’ denilen, dünyanın başka hiçbir yerinde olmayan mavi çizgili küçük bir balık çeşidi bulunuyor.

Söylendiğine göre, gölde balık o kadar çeşitli ve çokmuş ki Kuzey Amerika ve Avrupa’daki göller birleşse bile bu kadar çok tatlı su balığı çıkmazmış. Gölün derinliği 700m., güneyden kuzeye uzunluğu ise 600km. Balıkçılar, ‘Dugout’ isimli ağaçtan oyulmuş kayıklarda ikişer kişi olarak oturuyor ve iki kayık arasına bir ağ gerip balık avlıyorlar.Balıklar gürültüden kaçıp ağa takılsın diye gece yarısı bağrış çağrışları yetmiyormuş gibi bir de kürekleriyle kayıkların kenarına vuruyorlar, gölde yankılanıyor bu ses ay ışığının altında. Göl kıyılarında nüfusun çok olduğu bölgelerde ‘bilhazar’ isimli parazit var. Böbrekleri ve ciğerleri tehdit ediyor. Bizim adada yok neyse ki. Karaya tek ulaşım aracımız kanolar. Hava genelde ılık ama biraz değişken, birdenbire rüzgar çıkıveriyor, sular dalgalanıyor, arada tropikal yağmur bile yağıyor.Adada ‘ekolojik-kulübeler’ de kalıyoruz. Bunlara kütüklerin üzerine kurulmuş, her yeri kalın tülden yapılmış askeri tip çadırlar demek daha doğru olur. Duş, tuvalet sistemleri çok ilginç, her şey enerji tasarrufu üzerine kurulmuş.

Adada, bizim dışımızda kimsecikler yok, sadece 2 tane ‘adalı’ var! Bize burada 3 gün boyunca her konuda yardımcı oluyorlar… Onlardan biri olan Daniel, bize ilk olarak Malawi’de ortaya çıkmış ama tüm Afrika’da çok yaygın olan ‘Malawi Bawo Oyunu’ nu öğretiyor, her gün oynuyoruz. Daniel bir ara ‘üşüyorum çok, sanırım Malaria oldum’ diyor sırıtarak gözlerime bakıp beni korkutmaya çalışarak.
Bir gün, adanın tepesine tropikal ormanın içinden zorluca bir yürüyüş sonrası yağmurda denize girip ateşte ısıtıldığı için kor kokan suyla sımsıcak bir ‘ekolojik’ duş alıyoruz. Malawi’de her yer Baobab ağacı ama bu adada 1 tane var sadece. Baobab ağacı, tanrının lanetiyle ters çevrilmiş bir ağaç olarak anlatılır, yani dalları aşağıda, kökleri havada! Çok güçlü bir ağaç, çok uzun yıllar yaşayabiliyor, kaç yıl yaşayabildiğini kimse bilmiyor.
Bir akşam, balıkçılardan 2 balık alıp adalılarla yedik. Balıkları ateşte pişirip sonra da kuru sazlardan yapılmış çatının üstünde ateşin dumanıyla tütsülediler, çok lezzetliydi!

Hayvanlar:

Ada, birçok börtü böcek ve sürüngenlerle dolu. Her şey büyük ve besili! Kertenkeleler kocaman (Monitör timsahı deniliyor). Öyle böyle değil, boyları 1 metreye ulaşıyor, 7 yıl önce gittiğimiz Galapagos’da gördüğümüz koca iguanaları aratmıyorlar. Ormanda kulübelerin arasında yürürken, mutfağa ya da tuvalete giderken devamlı karşımıza çıkıyorlar. Neyse ki çok korkaklar ve hiçbir zararları yok. Bunun dışında, çok büyük salyangozlar, her yerde rengarenk irili ufaklı kertenkeleler, baboon (bir çeşit büyük maymun), yine tavşan ve maymun arası bir hayvan olan ‘bush babies’ (bunlardan hiç göremedik, belki de hayırlı oldu!), kocaman kirpiler, çeşitli kuşlar, tavşan-su samuru- köstebek karışımı kayalarda yaşayan bir hayvan, çok etkileyici ve güzel bulduğumuz ‘balıkçıl kartallar’ (Fish Eagle) var. Sabah bu kartalların sesiyle uyanmak harika. Bir gün gölün üzerinde kahverengi toz bulutları gibi görünen ve hareket eden hayaletimsi karaltıların 3 milyar sinek olduğunu öğrenince çok şaşırdık. Gölün üzeri bu sinek gruplarıyla dolu.
Kulağa, burna ve hatta göze kaçan küçücük sinekler, adada kalışımız boyunca bizi rahatsız eden tek şey oldu. Ne elektrik olmaması, ne yemeklerimizi kendimiz yapmamız, ne nem, ne gece yarısı ormandan ve de balıkçılardan gelen sesler, ne de etraftaki garip hayvanlar bizi rahatsız etti… Eşsiz bir doğanın içinde, kayalara çarpan suyun sesi, etraftaki kuş ve balıkçıların sesleri arasında çok güzel ve huzurlu bir üç gün geçirdik.
2. Bölüm:

Illala Feribotu:
İngiltere, Polonya, Kore, Güney Afrika, Norveç, Amerika, Hollanda gibi birçok ülkeden gelen uluslararası bir gruptu 4 katlı kargo gemisinin en üst katında toplaşıp aşağıdaki keşmekeşi hayretle seyreden grup.
Geminin kalkış saati belli de -biraz rötarlı bir çıkış da olsa- varacağımız saat hiç belli değil. 32 saatlik yolculukta 7-8 durakta durup 2-3 saat boyunca geminin iki küçük kayığına nasıl insan ve yük doldurup rıhtımı bile olmayan Malawi ve Mozambik kıyılarına taşındıklarını izledik durduk. Titanik filmindeki gibi hissettik biraz kendimizi, 1. sınıf ve 2. sınıflar var gemide. Öğlenleri sebze, pilav ve içi pek de ayıklanmamış balık, et ya da tavuktan oluşan yemek hiç de fena gelmedi bize. Ve tabi bir de tüm Afrika’da yaygın olan mısır unundan suyla karıştırılarak yapılan püreye benzer bir yemek (nsima) vardı. Genelde elleriyle bunu top gibi yapıp sulu bir et yemeğine batırarak yiyorlar. Sabah kahvaltıları da ekmek, sosis, yumurta, çaydan oluşuyordu.
Kıyıdaki köylerde yaşayanlar, özellikle genç kızlar gemi geldiğinde süslenip püslenip gemiye çıkarak en üst kattaki bara doluşuyorlar, bira içip kıkırdaşarak gemide vakit geçiriyorlar. Zaten biraya çok meraklılar, sabahın köründe bile bira içebiliyorlar. Geminin son düdüğü çalınca da tekrar karaya dönüyorlar. Bir sonraki haftaya kadar veda ediyorlar geminin barına.
Malawi’li kadınların çoğu Mozambik’liler gibi çok güzeller, etek olarak bellerine uzun renkli çok güzel kumaşlar bağlıyorlar. Gemi bazen Mozambik kıyılarında duruyor. İki ülke arasında sınır yok, bazen uyduruk bir bayrak ve bir kulübe var sınır olarak kullanılan. Hatta Malawi’den odun dolduran Mozambik’liler balık karşılığı bunları kayıklarına yükleyip güneşten korunmak için şemsiyelerini açarak gölde iki kıyı arasında gidip geliyorlar.
Yol boyunca biz ‘beyaz’ turistler, en üst katta barın etrafında oturup sohbet ediyor, ‘I-pod’larımızı dinliyor (artık neredeyse en parasız turistte bile bir Ipod var!), oyunlar oynuyor, günlüklerimizi yazıyoruz. Bu arada, zamane ‘sırt çantalıların’ (back packer) bir de artık cep telefonu var. Böylece artık birkaç ay, hatta daha fazla bir süre evden uzaklaşıp seyahat etmek haberleşme açısından biraz daha kolay oluyor. Gece boyunca durduğumuz kıyılarda bir kaç sırt çantalı turist alıyoruz gemiye. Kayıklara doluşup gemiye zor atıyorlar kendilerini gecenin üç buçuğunda ve fırtınanın ortasında. Gezgin olmak bazen zor iş! Eğer bir yere ulaşmak istiyorsanız bulduğunuz araca saat falan dinlemeden kendinizi atmak zorundasınız. Geminin haftada bir uğradığı duraklarda bekleyen yerliler ve yükleriyle beraber. Yol boyunca durduğumuz tüm duraklarda köylüler, rıhtım olmadığı için gerekirse yüklerini başlarında taşıyıp suda yürüyerek kayığa ulaşıyorlar.
Gezginlerin bir kısmı bizim gibi kamaralarda kalıyor, bir kısmı ise daha ucuz olsun diye güvertede yatıyorlar. Yemek sonrası birinin odasında çıkan farelerden sonra biz de güvertede mi yatsak diye düşünüyoruz ama sonra güvertede de kovalamaca oynayan birkaç başka fare daha görünce kamaramızda kalmaya karar veriyoruz. Gece çıkan fırtınada 3-4 metreye ulaşan dalgalarla sallanırken ‘iyi ki içeride uyumuşuz’ diyerek yukarıda güvertede, yağmurdan kaçmak için koşuşturanlara biraz da acıyarak, yorgunluktan olsa gerek mışıl mışıl uykuya dalıyoruz!
3. Bölüm:

Likoma Adası ve Kaya Mawa Oteli:

Likoma adası’na (Güzel ada) ertesi günün akşamı 8 gibi varıyoruz. Otelden bizi karşılayacak motor gelmeyince biz de herkes gibi eşyalarımızı ve kendimizi geminin tıklım tıkış kayıklarına zor atıp gecenin bir karanlığında kıyıya yaklaşınca suya atlayıp yürüyerek karaya ayak basıyoruz. Neyse ki tüm sırt çantalı turistleri oradan bir minibüs alıp adanın öbür tarafındaki otel ve kamp yerlerine götürüyorlar.
Kaya Mawa (Belki Yarın) isimli otel bizi çok şaşırtıyor. Harika bir yerde, kayaların üzerinde ve çok güzel bir koyda kurulmuş, kendine özel bir kumsalı olan çok lüks bir otel.

Odaların duvarları taştan yapılmış, doğal bir şekilde çok güzel dekore edilmiş, tuvalet ve duş odanın arkasında avlu gibi bir yerde. Dolayısıyla yağmur yağdığında (her gece sabaha kadar yağmur yağdı) tuvalete gitmek oldukça ilginç bir deneyim! Bir de dolunayda açık havada duş almak harika. Dolunayın altında, sıcacık havada, kumsalda kurdukları masada mükemmel bir servis eşliğinde yediğimiz çok lezzetli ve özel yemekler, orada yaşayan toplum ile otelin arazisinin çevresinde çit olmadığı için iç içe olmak, gölden su almalarını, yaşayışlarını izlemek, otelle kurdukları bağ ve işbirliğini gözlemlemek çok güzel.

Burada da çeşitli hayvanlar var, önce kaldığımız adadakiler gibi olmasalar da… Mesela kumlarda güneşlenen bir-iki şahin, göldeki balık ve timsahlar ve yine birçok çeşit balıkçıl kuş. Otelde 59 çalışan var, adadaki köylerdeki ailelerden en az bir kişi çalışıyor otel için… Adada 18 köy var ve toplam 5000 kişi yaşıyor. Her yer Baobab ve Mango ağacı. Adada neyse ki AIDS ve Malarya çok yaygın değil. UNICEF adaya el atmış ama yardım etmeye çalışırken maalesef ada kültürünü ve adanın doğal görüntüsünü bozabilecek projeler yapma girişiminde bulunmuş. Adada yürüyüşe çıkıp, otelin yaptırdığı okulu ve daha sonra da bir iki köyü geziyoruz. Okulda çocuklar hep elimizi tutuyorlar, fotoğraf çekmemizi istiyorlar. Daha sonra, Doğu Afrika’nın en eski ve en büyük katedralini ve pazar yerini geziyoruz. Köyde bir hastane var, sahilde pazarın yanında bir bar ve bir mısır unu değirmeni var. Köyde çoğu kişi İngilizce biliyor, çocuklar devamlı ‘hello, hello’ deyip duruyorlar. Yollarda kadınlar inanılmaz bir zerafetle, sırtlarına bağladıkları bebekleri ile baş ve ellerinde yükler, bazen bir ellerinde güneşten korunmak için şemsiye, rengarenk kumaşlardan yapılmış geleneksel kıyafetleriyle çoğu zaman çıplak ayak dimdik bir şekilde yürüyorlar. Zaten bu manzara, Afrika’nın her yerinde rastlayabileceğiniz bir görüntü.

Dönüş:

Artık karaya dönme zamanı geldi. Adadan küçük bir uçakla ayrılıp başkente giderek aynı gün seyahatimizin bir sonraki bölümü için Kenya üzerinden Tanzanya’ya geçeceğiz. Adanın Havaalanı, yeşilliğin ortasında kısacık bir toprak yoldan ibaret. Burası, bizim de kaldığımız otele yıl boyu müşteri taşıdığı için Malawi’nin en yoğun 4. havaalanıymış. Herkes bizim gibi kargo gemisiyle, neredeyse 2 günde gelmiyor tabi. Biz, ‘bazen yolculuk varmaktan yeğdir’ ilkesiyle seyahat eden gezginlerdeniz.
Malawi maceramız, beş kişilik bu küçük uçağı 40-50 dakika boyunca benim uçurmamla son buluyor. Küçükken en büyük tutkularımdan biri olan uçmak, Afrika’nın bu küçücük ülkesinde nasip oluyor! Uçak pencerelerimizden eşsiz ada ve göl manzarasını seyrederek Malawi’ye veda ediyoruz.

Divya Beste Dolanay, 2008

Malawi’de seyahat organizasyonları için: http://www.kayakafrica.com
Bu yazı 2008’de http://www.izinsizgosteri.net websitesinde yayımlanmıştır
Bu yazı, Haziran 2010’da Mitra Sağlık Dergisi’nde yayımlanmıştır.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s