Tayland’da su tabancasıyla ruhu arındırmak
Müzik: Pure Shores-The Beach Soundtrack
Bu yazının ne kadarı ‘gezginlik’ yazısı, ne kadarı benimle ilgili olacak şimdiden bilemem. Zira gezginken, ‘ben’ den uzaklaşmam hem çok mümkün, hem de pek mümkün değil. Yeryüzündeki topraklarda gezinirken bazen o bildiğiniz ‘ben’in dışına çıkarsınız. Kendinizi tanıyamayabilirsiniz bile. Ama özellikle yalnızsanız, kendinize bir o kadar da yakınlaşma olasılığınız mümkün. Içimizde ya da dışarıda çıktığımız her yolculuk, kendine göre keşfedilmesi gereken hazineler barındırır. Ben aklımdan, içimden geçen bu hazineleri, yazılı olarak görmeden, tam olarak anlayıp ortaya çıkaramıyorum, sanırım bu yüzden yazıyorum…
Hayatımda çok kez yalnız seyahat ettim. Ama ilk defa, çok sevdiğim ‘The Beach’ filminin çekildiği ülke ve Thai Yoga Masaj’in kalbi olması dışında, hakkında pek az şey bildiğim Uzakdoğu’daki bu ülkeye yalnız gidiyorum. 40 yaşıma merdiven dayamışım, ama 22 gibi hissediyorum! Her seyahate çıkışımda hissettiğim gibi, şu anda da tarifsiz bir mutluluk okyanusu içinde yüzüyorum! Dalai Lama demiş ki, ‘Mutluluk, sağlıklı olma halinin en yüksek şeklidir.’ Demek ki her seyahat öncesi yaşadığım, gülümsememi durduramadığım, hafif baş dönmesi yaratan ruh halimle akıl sağlığımı kaybetmiyorum, ben gerçekten ‘sağlıklıyım’.
Hayatımı yaşarken, herhangi bir işi yaparken pek mükemmeliyetçi değilim, sadece detaycıyım. Mükemmeliyetçi olmamak, bazı şeyleri üstün körü yapabilme rahatlığıdır. Mükemmeliyetçi olmayıp detaycı olabilmek iyidir. Çünkü o zaman, olan biten her türlü detayı farkedip hayatı detaylarıyla algılayabildiğin halde, başarılı olmak için ya da istediğin şeye mutlaka ulaşmak için her zaman belli bir davranışta bulunmak zorunluluğunda hissetmezsin. Mükemmeliyetçi olmamak, kontrol etmekten vazgeçebilmek, ‘açıklık’ bırakabilmektir. Ben bu geziyi planlarken, aralarda bazı boşluklar bıraktım, bazı şeyleri ‘üstün körü’ ayarladım. Zaten, ne kadar detaycı ya da mükemmeliyetçi olursanız olun, sırt çantanızı takıp, o güvenli bölgeniz olan evinizin kapısından dışarı adımınızı attığınız an herşeye açık ve hazırsınız demektir. Ve aslında o adım, ‘Sevgili hayatım, ben geliyorum hazır ol’ demektir…
Gezginlik: Tayland’a geldiğim ilk gün güneş batarken, Bangkok’un gezginlerle dolu en ünlü sokağı Khao San’da bir bara oturup Chang isimli biramı yudumluyorum. Burada yaşayanlardan çok, etraftaki üzerlerinde rahat kıyafetli, dağınık saçlı, dövmeli ve her yerlerinde takılar olan çeşitli ülkelerden turistler daha çok ilgimi çekiyor… Yan masadaki gezginlerin sohbetlerine kulak kabartıyorum, ‘merhaba, neredensin?’ buralarda çok geçerli bir sohbet başlatma sorusu …
Hollanda, Avustralya, Ingiltere ya da Fransa gibi bazı ülkelerin insanları, sanki devlet seyahat etmeyi destekliyormuş gibi kolaylıkla işten ayrılıp birkaç ay, hatta 1 sene gezebiliyorlar. Amerikalıların ise, kendi kapalı dünyalarından çıkıp taa buralara geldiklerini görmek beni memnun ediyor. Avrupalılardan bazıları, ekonominin durumundan ve işsizlikten dolayı kendilerini Uzakdoğu’ya atmış… Bu insanlar için ortak paydanın, çoğunlukla kendi ülkeleri dışında yaşayan ve bir süreliğine, kimbilir ne sebeplerle ya da ruh halleriyle yollara çıkmış gezginler oldukları söylenebilir. Bir diğer ortak yön ise, birçoğunun genelde bir sonraki adımlarını bilmiyor olmaları… Ama gezginlik sayesinde, dünyayla ve insanlarla ilgili inanılmaz bilgi ve kültürleri var. Ben, Tayland’a belli bir amaçla geldim ama yine de, gezgin statüsünde bir halim var ve soranlara özetle, ‘Türküm ama Hollanda’da yaşıyorum ve bir süre buralardayım’ diyorum…
Aylarca özgür dolaştığımız günleri hatırlıyorum da; yabancı toprakları gezerek dünyayı avcunun içine almak, bir sonraki adımın ne olacağını bilmemek, uzun vadeli plan yapmamak, hayata sanki bir süreliğine ara vermek müthişti… Biraz boşlukta hissetmek, havada sallanmak belki, yine de her adımda zevkli ve meraklı ılık bir havanın sarıp sarmalaması tüm benliğini… O hafiflik ve bağımsızlık duygusunu hissetmek en derinlerde…
Ancak bir gezgin, diğer bir gezgini anlar ve onun tüm hikayelerini dört kulak dinler. Yolda karşılaşanlar birbirlerine, bir sonra gitmeyi planladıkları yerle ya da ülkeyle ilgili tavsiyeler verirler. Gezginlik, bir nevi adrenalindir. Bir seyahat biterken diğerini planlamaya başlarsın… Bir de, gezginlik sendromu diye birşey vardır. Mesela, zorunlu olmadıkça turlara katılmamak gibi. Gezginlik ruhu, kaldığın yerden anlaşılır. Öyle ‘yıldızlı’ otellerde falan kalınmaz! Tuvaletin-duşun durumlarına, börtü böceğe aldırış etme seçeneği bazen pek yoktur. Ben yine de, özellikle Güney Amerika’daki tecrübelerime dayanarak, temizliği önemsiyorum. Zira, Tayland’ın kuzeyindeki Chiang Mai şehrinde ilk kaldığım yerde tüm gece en favori hayvan dostum ‘karaböcüklerle’ uğraştıktan sonra ertesi sabah neyse ki kendime çok sıcak ve dürüst bir ev sahibesi olan, tertemiz bir misafir evi buldum!
Tayland’ın içi dışı, altı üstü
Güvenlik: Bir ülkede her saat güvenli bir şekilde ortalıkta dolaşabilmek ne eşsiz bir duygudur, hiç düşündünüz mü? Burada fakirlik olduğu halde, zengin ve fakir uçurumu olmadığı için durum böyle sanırım. Güney Amerika’da gezerken ya da Afrika’da yaşarken, çoğu yerde kendimi güvenli hissetmediğimi hatırlıyorum. Buranin ise en güzel yanı, çok güvenli olması.
Dil: Ingilizce herkes bilmese de, şöyle böyle idare ediliyor…Thai dilinde tek bir kelimeyi öğrenmeniz çok önemli: Sawaddee. Zira bu kelime, merhaba, hoşgeldin, hoş gittin, teşekkür gibi her anlama gelebiliyor!
Iklim: Hava gece gündüz nemli ve sıcak ama eksi 10 derecelerden sonra, burada 40 dereceyi görmek beni çok mutlu ediyor… Öğleden sonraları herkes, serin taşlara uzanıp siesta yapıyor. Akşamları ise ortalık birden hareketlenmeye başlıyor, hayat burada da tüm sıcak ülkelerde olduğu gibi geceleri ışıl ışıl ve capcanlı.
Ulaşım: Renkli taksiler, ünlü ‘tuktuk’lar (yanları açık, motorlu minicik arabalar) ya da minyatür itfaiye arabaları şeklindeki taksi dolmuşlar ile ulaşım çok kolay! Bense, genelde her zamanki gibi her yere yürümeyi tercih ediyorum. Bir şehir en iyi yürüyerek gezilir, yavaş yavaş insanların, evlerin arasından sokaklarda yürüyerek yasayışları gözlemleyebilirsiniz… Ama dikkat etmeli: trafik soldan, o yüzden Tayland’da yolun doğru tarafından yürümeli! Neyse ki, trafik Vietnam kadar kötü değil. Oradaki gibi karşıdan karşıya nasıl geçeceğinizi bilemediğiniz, nehir gibi akan bir motosiklet ve bisiklet seli yok en azından.
Hayat ve kültür: Yaşayışla ilgili bazı izlenimlerim şöyle; Tayland’da hayat çok ucuz, paranın değeri düşük. Her yerde nakit para geçiyor, başlarda bir türlü alışamadığım 100’lerce kağıt Thai Baht’ıyla dolaşıyorum ceplerimde… Pahalı ve çalışanları suratsız olan, ama 24 saat açık oldukları ve herşeyi sattıkları için çok işe yarayan 7/11 marketleri ve bir de Tesco’lar var adım başı… Ben genelde yerel bakkallardan alışveriş yapıp esnafın yüzünü güldürmeyi seviyorum. Genç nüfus çok fazla. Kuaförlerde her zaman sıra var, kadın-erkek saçlarına pek meraklılar. Etraf pek temiz değil ve çarpık, çirkin bir yapılaşma var. Belki de, dünyanın en estetik şehirlerinden biri olan Amsterdam’dan buraya geldiğim için gözlerim zor alışıyor etrafa. Ama insanlarının yumuşak tavırları ve kültürleri çabucak kanıma giriyor. Basit ve doğal hayatlariyla mutlu ve tatmin, güleryüzlü, nezaket dolu, mütevazi, toleranslı, şefkatli insanlarına ve binlerce yıllık Thai Yoga Masaj öğretisi ile insan bedenini, zihnini, ruhunu nasıl sağlıklı tutabileceklerini bilen bu kültüre hayran olmamak zor… Bu değerli öğretiyi koruyup günümüze kadar taşıyarak dünyaya yayan, halen bu bilgilerle günümüzde insanlara şifa veren bir sisteme sahip olmaları çok etkileyici. Ruhsal inançları ve Budizm’e bağlılıklarına da her an her yerde şahit olmanız mümkün. Mesela, her Tayland evinin önünde bulunan ve ‘ruh evi’ olarak bilinen küçük kuş kulübesi benzeri yapılar, önceden evin inşa edildiği arazide yaşadıklarına inanılan ruhlar için tahsis ediliyorlar ve ruhları mutlu kılmak için, bu yapılara düzenli olarak adaklar adıyorlar.
Yemekler: Sokakta yemek yemek, kültürlerinin önemli bir parçası. Herkesin evinin önüne çıkaracağı ve yiyecek birşeyler satacağı bir tezgahı var sanki! Yolların kenarında, bizdeki geceyarısı kokoreçcileri gibi yanyana tekerlekli arabalar dizilmiş… Buralardan, aynen Petshop’tan alınan Japon balıklarını su dolu torbaya koyar gibi, torbalara sulu yiyecekler doldurup eve götüren çok var! Sokakta satılan yiyecekler şunlar: Çeşitli sulu yemekler ve çorbalar, ızgara sosisler, şişte meyveler, her çeşit meyva ve meyva suyu, herşeyin kızartması ve tabiki fıstık parçacıklarıyla yedikleri ünlü noodle (bir çeşit ince makarna) yemekleri Pad Thai! Iyi restoranlarda Hindistan cevizi sütüyle yapılan çok lezzetli yemekler ve çorbalar bulmak da mümkün. Bir de, sıcakta, buzun üstüne meyva suyu döküp yemek çok popüler! Temiz mi, değil mi diye şüphelerinizin, en azından gözünüzün önünde, ‘wok’ denilen derin tavalarda pişen taptaze yemekleri görünce yok olma ihtimali var. Ya da yok! Karar sizin..
Wat ve Budizm: Sessizlikte çan sesleri… Bunlar kilise çanı değil. Buda’nın çeşit çeşit, yüzlerce heykeline ev sahipliği yapan büyülü tapınağın içinden gelen sesler. Halkının çoğunluğunun sokakta birşeyler satarak geçimini sağladığı 7 milyona yakın nüfuslu kocaman şehir Bangkok’u dışarıda bıraktım. Wat Pho Tapınağı’ndayım. Burada, yan olarak boylu boyunca uzanmış altın kaplı 15 metre yüksekliğinde ve 43 metre uzunluğunda bir Buda heykeli (Reclining Buddha) bulunuyor. Buda’nın bugüne kadar her şeklini gördüm de böylesini hiç görmemiştim! Üstüste duran 3 metre yüksekliğindeki ayak tabanları, sedeften yapılmış ve üzerlerinde Buda’nın 108 halini gösteren çizimler var. Tapınağın başka bir bölümünde ise, buraya gelme amacımla ilgili olarak, 2500 yıllık Thai Yoga Masaj çizimlerini duvarlarda görmek çok etkileyiciydi… Bknz: Thai Yoga Masajı: Bir dokunuş mucizeler yaratabilir
Budizm ülkenin resmi dini. Ülke nüfusunun yaklaşık %95’i Budizm’in Therevada koluna mensup. Budizm’in daha Ortodoks kolu olan Therevada Budizm’inin (eskilerin yolu), kültür üzerinde yoğun bir etkisi var. Erkek çocukların birkaç ay süresince Budist manastırlarında kalmaları bekleniyor. Budist keşişler her sabah erken saatlerde ellerindeki taslarla kapı kapı dolaşarak yemek ve bağış topluyor. ‘Wat’ adı verilen Budist tapınaklarının toplumda önemli bir yeri var. Budist tapınaklarına girmeden önce ayakkabıları çıkartmak gerekiyor ve tapınaklara şort, kolsuz t-shirt, mini etek gibi kıyafetlerle girilmiyor. Tapınakların içleri tertemiz ve heryerde çiçekler var. Tapınakların avlularını, koridorlarını her çeşit Buda heykeli süslüyor.
Bangkok ve Chiang Mai: Bankgok’da sabahın erken saatinde, her tarafı yapma çiçeklerle süslü ince uzun motorlu bir kayıkla yaptığım nehir/kanal turunda, ılık rüzgarla tütsü ve manolya kokuları eşliğinde yol alıyoruz. Nehir kenarındaki su üstü evlerinin arasından ilerlerken, evinin balkonundan balık tutanlar bize selam veriyor, kayıkla pazara yiyecek taşıyanlar ya da yaklaşıp bize birşeyler satmaya çalışanlar var.
Bangkok’da, özelikle Japon turistlerin kalabalıklığından fotoğraf çekmenin bile zor olduğu, rengarenk, pırıltılı heykellerle dolu, krallar için yapılmış görkemli Grand Palace’ı da geziyorum… Thai Yoga Masajı kursu için gittiğim Kuzey Tayland’daki Chiang Mai şehrinde ise, sıcacık havada, yaz geceleri mahalle aralarında yürürkenki gibi burnuma dolan buram buram yasemin kokuları, bana küçükken tüm yazları geçirdiğim baba memleketim Kıbrıs’ı hatırlatıyor… Gece açık pazarlarında yok yok, en iyisi de ayak masajcıları!
Songkran festivali: Şehirde hazırlıklar başlıyor. Tayland’lıların yeni yılı kutladıkları Songkran Su Festivali 3 gün sürecek. Ilk iki gün, en çılgın kutlamalarıyla ünlü Chiang Mai’de, son gün de Bangkok’da olacağım. Bir akşam şehir merkezine yürürken hep önünden geçtiğim tapınağın kapısından içeri baktığımda, mumların arasında altın renkli Buda heykeli, gözlerini dikmiş bana bakıyor. Başı neredeyse tavana değen kocaman Buda’yı parlatan genç rahiplerin, dönüşte baktığımda içeride top oynadıklarını görüyorum! Şehirde her yerde, su geçirmeyen çantalar ve su tabancaları satılmaya başlıyor… Bazı restoran ve dükkanlar kapatıp tatile gidiyor… Eski zamanlarda yaşlılar gençlere omuzlarından bir iki damla su dökerken, şimdilerde yollarda suların sel gibi aktığı, gençlerin üstü açık araçlara doluşup partilediği ve bangır bangır müzik eşliğinde birbirlerini hortumlar, su tabancaları ve buz dolu varillerden tasla enseden aşağı boşalttıkları sularla sırılsıklam yaptıkları bir karnavala dönüşmüş. Yaşlılar pencerelerinin önünde oturmuş, ihtiyacı olanlara hortumla su sağlıyorlar! Şehrin tüm sokaklarında, caddelerde çığlıklar arasında kuvvetli çarpışmalar ya da yumuşak kapışmalar oluyor… Suya ek olarak, Bangkok’da ortalıkta yürürken tüm yüzüme beyaz pudra macunu sürülüyor. Tayland sokaklarında elimde su tabancasıyla dolaşıp ruhumu arındıracağım, kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi! Okul mezuniyetlerinde parklardaki su ve yumurta savaşlarımızı hatırlıyorum, neyse ki burada sadece su var… Su atılınca kimse kimseye darılmıyor, birbirlerine teşekkür ediyorlar. Ne de olsa yeni yılı kutluyorlar, adeta arınıp tazelenip herşeye yeni baştan başlıyorlar! Festivalde zamanımın çoğu, manastırların güvenli ve sokaklara kıyasla az sulu ortamında, her yerde yemek satanları, masaj yapanları, dua etmek için, rahiplerin üzerlerine damlattıkları suyla arınmak için sıraya girenleri, ellerinde çiçekler ve hediyelerle akın akın gelerek manastırları dolduranları seyrederek geçiyor… Uğur getirdiğine inandıkları için bağış olarak bakır kaplara attıkları bozuk paraların manastırların koridorlarında yankılanışını dinliyorum.. Turuncu kıyafetleriyle küçücük rahip adaylarının ortalıkta dolaşmalarını izliyorum… Chiang Mai’da güneş battığında son bulan eğlenceler, Bangkok’da gece yarılarına kadar devam ediyor…
Tayland’da Budistlerin, özellikle yılın bugünlerinde, Buda heykelleri üzerine su döküp, tütsüler yakarak dua edişlerini seyrederken, bunu sadece kendileri için yapmadıklarını biliyorum. Sevginin, şefkatin ve barışın tüm dünyaya buradan yayılabilmesini diliyorlar. Umuyorum ki, pırıl pırıl ve çok kuvvetli bir ışık buradan tüm dünyaya yayılır…. Ve umuyorum ki, zor geçen tüm yaşamlar, acıdan kurtulur, huzur, barış, sevgi ve özgürlük bulur…
Bir dahaki sefer, Tayland’ın güneyindeki adaları görmek planlarıyla Tayland topraklarına şimdilik veda ediyorum…
Divya Beste Dolanay
Nisan 2013