İlkbaharın Provence’i, sonbaharın Toskana’sı

İlkbaharın Provence’i, sonbaharın Toskana’sı

Amsterdam’ın karanlık ve yağmurlu bu kış sabahında, park çok ıssız ve sessiz. Sadece, tüm gece yağan yağmur birikintilerinde heyecanlı adımlarla yürüyen köpeğimin pati sesleri ve nefesimin sesi var. Parkın serin huzurunu içime çekerken, ilkbaharda gezdiğimiz, Fransa’nın güneşli, lavanta ve hayat dolu Provence’ ını, uçuk mavi renkli pancurlarını, estetik sokak lambalarını hatırlıyorum…

photo 4.PNGÖğleden sonra oldu… Bilgisayarın başında oturmuş elim çenemde, ülkemin duvarlarında yankılanan, damarlarında çalkalanan bugünün gündemi hakkında okuyup kara kara düşünürken, burnuma az önce keman çalıştığım için parmaklarımdaki reçine kokusu geliyor. Şimdi de, sonbaharda gittiğimiz Italya’nın Toskana’sının, müzisyen isimleriyle dolu arnavut kaldırımlı eski sokakları, incecik ve upuzun boylarıyla, bağ evlerinin yollarına sıralanan servi ağaçları düşüyor aklıma… Buram buram tarih ve makarna kokan taştan kasabalarını, eski mi eski meydanlarını, sayısız kiliselerini düşünüyorum.

Genelde sırt çantalı olarak otantik ülkeleri gezmeyi, keşfetmeyi tercih ediyorum. Onların enerjisini ruhuma, kendime daha yakın buluyorum… Ama Akdeniz’in bu iki harika ülkesinin, bu güzelim bölgelerini gezme fırsatını yakaladığım için de çok mutluyum. İlkbaharda Provence, Sonbaharda Toskana. Buraların masalsı büyüsünden etkilenmemek çok zor. Buna rağmen, onlar hakkında yazmak daha şimdi mümkün oluyor. Günlük hayatın gerçekliğine, dinamizmine, ritmine yenik düşüyor bazen anılar ve rüya gibi tatiller bile…

Provence’de, her biri bir şato tipi evi çevreleyen ve aynı zamanda şarap tadım merkezi olan, üzerlerinde pırıl pırıl güneşin photo 3.PNGparladığı gelinciklerle kaplı bağlardan, ağaçlıkların arasından kıvrılan yollardan geçiyoruz: Rhone, Les Baux de Provence, Cadenet, Bonnieux…Toscana’da ise, yerşekilleri daha değişken, dümdüz buğday tarlalarının içinde giderken birden daha dağlık ve ormanlık alanlara, tepelere geliyoruz. Biraz sonra, tekrar bağların içine dalıveriyoruz: Chianti, Veneto, Vino di Montepulciano, Vernaccia di San Gimignano… Şarabın biradan ucuz olduğu dünyadaki nadir yerlerden bunlar.

photo 2.PNGProvence’da, binaların bir tanesinin bile çirkin olmadığı, zenginliği her halinden belli tertemiz ve estetik kasabalara, yol üstünde pek turist eli-gözü değmemiş herbiri birbirinden farklı ve sempatik köylere uğruyoruz. Sürekli bir tanıdık görüp birbirleriyle öpüşüp sarılıp, sohbete başlayan, daha çok yerellerin bulunduğu cafélerde sabahları sıcacık croissantlarımızı yiyor, öğlen ve akşamları da şaraplarımızla güzel yemeklerin tadını çıkarıyoruz. Sıcacık Akdeniz havası etkilerini burada yaşayanların yüzlerinden, davranışlarındaki toleranstan görülebiliyor. Roussillon’da, kıpkızıl renk topraklı yeryüzü oluşumlarını görüyor, Lourmarin’de pazarları gezip, enginarlar, kuşkonmazlar, çilekler arasında kendimizi kaybediyoruz… Bir liman şehri olan ve havanın daha da ısındığı Marseille’de, bol bol deniz ürünü yiyoruz. Arles’da Romalılardan kalma koca Anfitiyatro’yu görüp, Van Gogh’un photo 1.PNGçizdiği ve hep oturduğu cafenin karşısında şaraplarımızı yudumluyor, tablolarında konu olan bahceleri geziyoruz. Van Gogh’un neden burada bir süre yaşadığını çok iyi anlıyorum. Masalsı, ilham kaynağı olabilecek, çok da huzur ve pozitif enerji veren bir hali var buranın. Ama neden Provence’ı  seçti de, mesela Toskana’yı değil, işte onu çözemiyorum…

Toskana’da yaşayanlar malum Italyan’ lar olarak daha da canayakın, konuşkan. Dik tepelerin üzerine kurulmuş, etrafı uçurumlarla çevrili Ortaçağ’dan kalma taş kasabalar, dar geçitler, tünellerle dolu, surlarla çepeçevrili… Surların içinde, arnavut kaldırımlı, yokuşlu yollar boyunca dükkanlar, şarapçılar, peynirciler… Manastırlar, yüzyıllık meydanlar, sarnıçlar… Her bir sokağın ucu bizi,  sisli Toskana manzaralarına çıkıyor…

_DSC1730Toskana’da, merkezinde sadece 55,000 kişinin yaşadığı Siena’da, 59 adet küçüklü büyüklü kilise var. Yüksek bir tepeye kurulmuş 2700 yıllık Siena şehri, dünyanın en eski hastanesine sahip. Il Canpo Meydanı’nda Macchiato’larımızı yudumlar ve dondurmaları yerken, senede bir kez yapılan, mahalleler arası ünlü Palio at yarışlarını hayal ediyoruz. Birbirine bitişik taş evler ve her yerden sarkan çamaşırlar sokaklarda ilk göze çarpanlar. Toskana’da, uğradığımız bir kasabada, oturup düşünecek kadar uzunca bir vakit geçiriyoruz.1395895_10151727199287543_1454070591_n Karadeniz’e benziyor sisi, ormanı, temiz havası buranın. Bu kasabada yaş ortalaması sanırım 80. Arkamı meydandaki kuyunun taşına dayamış etrafı seyrediyorum, kilise çanları çalmaya başlıyor. Bu dağ kasabasında yaşamak nasıl olurdu diye düşünüyorum… Burada büyümek, evlenmek, peki ya burada yaşlanmak? Evinin önünü ağır hareketlerle süpüren yaşlı kadın, bastonuyla yürüyüş yapan yaşlı adam, güneşlenerek esspressosunu içen yaşlı kadın, manavdan günlük alışverişini yapan kadınlar, taş manastırın duvarlarında yankılanan ayinleri söyleyen rahibeler, yanımda yerde güneşlenen kediler, çesme kenarındaki besili güvercinler… Okul sonrası, kasabada yaşayan sadece bir avuç dolusu çocuğun karşıdan karşıya geçmeleri için elinde ‘dur’ işaretiyle yolda bekleyen polis memuru. En minicik kasabalarda bile bulunan geri dönüşüm bidonlarındaki çöpleri, üç tekerlekli küçücük araçlarla dar sokaklarda toplayan çöpçüler. Ve bol bol da Fiat Cinquecento’lar…

photo 4-1.PNGBazı saatlerde, bazı kasabalar terkedilmiş gibi. Ama en az bir kilise, bir servi ağacı ve bir de incir ağacı oluyor, altında şarap içip güneşi batıracağımız… Son gecemizde, güneşi Pienza’da, uzaktan gözüken uçsuz bucaksız tepelerin ardından batırdık. Sokaktan geçen, ama güneşi seyretmek için duran topu topu 5-6 kişi, bir çocuk ve bir kediydik orada bu sessiz anı paylaşan… Fotoğraf çekerek o anı dondurduk, hem kadrajda, hem de içimizde…Italya’dan ayrılmadan önce Pizza şehrine uğrayıp, oranın en bilinen yerel Pizzacısında pizza yemek ve ciddi ciddi eğri bir durumda olan Pizza Kulesi’ni değil de, daha çok elleriyle kuleyi iterken fotoğraf çektirenleri seyrettik…

photo 1.PNG

Ortaçağ’dan kalma halleriyle, modern hayattan kaçan, hayatı yavaş yavaş yaşamak için adeta kaçamak yaptıran, tarihi, kültürü, doğası ve uzun öğlen yemekleriyle Provence ve Toskana’ya ilk kez bu sene bir merhaba diyerek, hayatın bir kez daha tadına bakmış olduk. Çok lezzetliymiş…

Hayat aslında çok lezzetli. Tadına bakılmalı. Her ne şekilde olursa olsun.

Divya Beste Dolanay, Kasım 2013

Fotoğraflar: Burak-Beste Dolanay, 2013