Durban, Afrika’da yaşam

Durban, Afrika’da yaşam

Büyük bir fırtınanın ardından o günlerden biri… Yoksa fırtına öncesi mi demeliyim? Çünkü Durban’da yağmur ne zaman yağacak, rüzgar ne zaman esecek, güneş ne zaman çıkacak, bilemezsiniz. Yağmur öncesi mi, sonrası mı? Ve yağmur yağıyor… Tropikal hava işte. Ve rüzgar esiyorsa… GERÇEKTEN rüzgar eser. Güneydoğu rüzgarı… Güneybatı rüzgarı… Bu belki küresel ısınmanın etkilerinden biridir, ama yine de Durban’da bir günde dört mevsimi yaşamanız mümkündür… Tabii ki karlı kışlar hariç. Bu ünlü fırtına mevsimlerinde, evinizin önündeki çok eski bir ağacın kırıldığını duyma şansınız bile vardır.

Durban ve Güney Afrika ile ilgili yaşadıklarımı ve hatırlayacaklarımı size detaylı anlatıp anlatamayacağım konusunda emin değilim. Geçen yıl, babam Güney Afrika gezisiyle ilgili harika bir 45 sayfalık günlük yazmıştı. Ben onun gibi anıları yazmada iyi değilim, ama deneyeceğim, birkaç sayfa boyunca, kendi tarzımla.

Gözlerimi kırpıyorum ve evime giden yolda, yol kenarında siyah genç çocukların sattığı dev mantarları ve golf toplarıyla dolu çantaları hatırlıyorum. Gözlerimi kırpıyorum ve dalgaları görüyorum. Ah, dalgalar… Hint Okyanusu. Harika. Her sabah, kızımı okula götürürken, güzel okyanus manzarasına ve tatlı şeker kamışı tarlalarına bakarak. Garret’ın radyo programını neredeyse her sabah dinliyorum, bazen arabada tek başıma gülerek. Yol kenarında işine giden siyah insanlar, yavaşça yürüyerek, acele etmeden. İşine giden beyaz insanlar, hep arabada. Burada herkes sabah 5 civarında uyanır, koşar, bisiklete biner, yürür… Burada çok erken kalkmak normal. Ve 9’da yatmak da neredeyse normal! Bizim Türkiye’de, özellikle yazın, akşam yemeğine başlama saatimiz o saatte olur. Ama bu bana tam uyuyor. Erken uyanırım, dışarıda biraz rüzgarla yoga yaparım, güneşin doğmasını beklerim ve günün sıcaklığıyla kucaklarım.

Burada doğmuş gibi hissediyorum. Buraya taşındığım ilk haftadan itibaren, sanki bu yeri bütün hayatım boyunca biliyormuşum gibi hissettim. Belki bir önceki hayatımda burada yaşamışımdır, kim bilir? Diğer ülkelerde seyahat ettim ve yaşadım, ama hiçbiri bu kadar derin hissettirmedi. Birini ilk andan itibaren tanıyıp anlaşmak gibidir. O kişiyi gördüğünüz an, onunla bağ kurabileceğinizi ve ona yakın hissedeceğinizi bilirsiniz. Ne olursa olsun. Hep bir bağ hissedersiniz. Buraya ilk adımımı attığım an—aslında 12 yıl önce balayımdan—rahat hissettim ve burası ev gibi geldi. Bu yerde, bana evimi hatırlatan bir şey var, ister gerçekten çok güzel bir ülke olduğu için olsun, her köşe başında keşfedilecek ilginç bir yer olması, sıcak insanları, zengin sanat ve kültürü, inanılmaz derecede güzel doğası ve iyi iklimi olsun.

Taze hava, taze çimen, çiçekler kokusunu alıyorum… Bahar burada geliyor. Hayatımda yeni bir sayfa açılıyor…

Yardımda bulunduğumuz, gıda dağıttığımız ev temelli bir topluluk merkezinin koordinatörü olan kadın şöyle diyor; ‘’Lütfen eğer bir şey atmaya karar verirseniz, hatta bir dilim ekmek bile olsa, bizi düşünün’’… Bu, kalbinizi eritiyor. Ya da bir çocuğun, bir battaniye ya da bir ekmek aldıktan sonraki o büyük siyah gözlerindeki bakış… Çamurlu bahçede oynayan yetimleri izliyorum, bana ölen komşuları, arkadaşlarını ya da kuzenlerini anlatan ‘mama’yı dinliyorum. Kaç kere cenazeye gitmişler? Onları dans ederken, şarkı söylerken izliyorum, okullarında Zulu dansı yapan çocukları izliyorum, ekmek almak için sırada şarkı söyleyen ve dua edenleri izliyorum, birbirlerine ‘’booties’’ ve ‘’sisis’’ diyerek hitap ettiklerini duyuyorum, burada bu samimi sıcak enerjiyi hissediyorum, herkesin birbirini tanıyormuş gibi hep dostane… Herkes ‘bir’, kardeş ve kardeşler…

Bu yeri, derin tarihiyle, güvensiz bölgeleriyle, burada olan tüm kötü şeylerle ve iyi şeylerle, siyah ve beyaz Güney Afrikalıların hayatlarının söylenmeyen dinamikleriyle, birlikte yaşarken aslında ayrı olan hayatlarıyla çok sevdim. Anladığım şeyler ve anlamadığım şeylerle; mesela Zulu kültürünün nasıl işlediği ve HIV’e karşı tutumlarıyla; çok zor olduğunu bile bile, çok fazla çocuk sahibi olmalarıyla. Siyahlar arasında çok fazla ‘’gerçekten’’ monogam olmayan ilişkilerle. Ve tabii ki çok fazla ölümle. Yine de, burası çok şey vaat ediyor ve sevilecek çok şey var.

Bu ülkedeki çoğu bölgeyi gezdim —şaşırtıcı ama bir Güney Afrikalıdan daha fazla yeri görmüş olabiliriz— küçük şeyler ya da sahneler her zaman aklımda kalacak. Yerler, yollar ya da binalar değil, ama bu yeri her zaman hatırlatacak olan görüntüler ya da kelimeler: Sahilde bir babanın çocuklarından biriyle- muhtemelen üç çocuğundan biriyle- oyun oynarken, iki gencin yeni biçilmiş çimenlerin üzerinde oturup dalgaları uzaktan izlerken, kısa süre içinde sörfe başlamadan önce dalgalarla nasıl hareket edeceklerini planlamaları, muhteşem Hint Okyanusu boyunca sahilde yürüyen insanlar. Çok güzel ve fitler. Evde çalışan yardımcımdan Zulu şarkıları duymak. Kızımın oynarken Zulu şarkıları söylemesi…

Burada yaşadığım bazı kişisel anıları da hatırlayacağım; sahilde ‘touch rugby’ oynamak, Garden Route’ta 216 metre yüksekliğinde bungee jumping yapmak, gece yarısında polis karavanında neredeyse bir saat beklemek, çünkü pasaportlarımız yanımızda değildi, caddede tüm anahtarlarımı kaybetmek ve ertesi gün bulmak, Cherokee aracımıza 9 kişi sığdırmak, Budist Retreat Center yoga kampları, bir gün yerel gazetede topluluk ödülü aldığım için yer almak, sörf derslerim, burada yeni arkadaşlarımla paylaştığım müzik, Feedback ile değerli gönüllü deneyimim, sahilde yürüyüşlerim ve yoga seanslarım, mükemmel hava koşullarını yaşarken, her gittiğiniz yerde aynı fiyatlarla ve çok değerli harika restoranlarda güzel yemekler, güzel Durban’da ‘’trafik yok, kirlilik yok’’ hayatı… Ve yunuslar. Dalgalarda sörf yapan yunusları izlemek… Burada herkes, yunuslar da dahil, dalgalarla, yumuşak bir ruh haliyle, hayatla sörf yapar… Hayatta hissediyorsunuz…

Ve tabii ki, burada tanıştığım insanlar… İnsanlar. İnsanlar, bir yeri yaşanabilir kılan şeydir. Ve o yeri sevmek.

Geri dönme planlarıyla burada kalma arasında sıkışmış gibi hissediyorum, bu yerin ve son birkaç ayımın tadını çıkarmaya çalışıyorum. Bu yerle öyle çok bağ kurdum ki, neredeyse bir sevgiliyi geride bırakmak gibi… Biri bir zamanlar şöyle demişti, ‘’Gerçekten sevdiğin bir yeri asla terk etmezsin… Bir parçasını yanına alırsın, kendinden bir parçayı ise geride bırakırsın.’’ İşte bu, şu an hissettiklerimi en güzel şekilde anlatıyor…Hoşçakal Afrika.

Divya Beste Dolanay
Kasım 2007